CanYücel Şiirleri

CAN YÜCEL: 1926 İstanbul  -1999 Datça
   



Çevirmenlik ,tercümanlık yaptı.Çeşitli derglerde şiirleri yayınlandı.Şiir çevirileri yaptı .Bu yüzden hapis yattı.Şiirlerinde argo ve müstehcen dil kullanmıştır.Ağzı bozuk , komik ,mizahi ,asabi ve çok içki içerdi.Tek parti döneminin 7 yıl süre ile Millî Eğitim Bakanlığını yapan Hasan Âli Yücel’in oğludur.

Nazım Hikmet'e 'kartpostal şairi' diyen Duygu Asenaya "kart sensin, postal da sana girsin" demiş olan şair.
CanYücel doktora gidiyor.doktor diyor ki gırtlak kanserisin.o da diyor ki koskoca can yücel de nezleden ölecek değil ya... ‘Ben bir osuruk ağacıyım yellendikçe şiirler açan’


"aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır."
"karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. gerçek aşkların da!"
"tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
aile hep insanın yanında olmuyor. akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz."
"ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzülebilir.onları affetmek gerekir."
"bazen başkalarını affetmek yetmiyor. bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor."
"yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor."
"şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz."
"iki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez."
"her problem kendi içinde bir fırsat saklar. ve problem, fırsatın yanında cüce kalır."

-----------------------
"en uzak mesafe
ne afrika'dır,
ne çin,
ne hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan"
-----------------------

HERŞEY SENDE GİZLİ
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Not: bu şiirin onun olmadığı iddası var.
---------------------------------------

çatal yüreğimle türkülü yollara,
düştüm ki o kadar olur.
seke seke ben geldim,
s.ike s.ike gidiyorum...
--------------------
memleketin hali benim halim,
öyle bir kabız olmuşum ki
boğazıma kadar bok içindeyim...
------------------


yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir

şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel,
hatta mükemmel olurdu.
nasıl mı ?
cami'de uyanıyorsunuz. bir tahta
sandık içersinde, herkes karşınızda
saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor
ve tüm haklar helal edilmiş
vaziyette.tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı,
olgun ve ağırbaşlı olarak.
herkes etrafınızda, büyük bir
itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi
hazır.arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
doğar doğmaz devlet size
maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı
alıyorsunuz. ne güzel, hazır maaş, hazır ev....
altmışlı yaşlara kadar hersey garanti, huzur
içinde yaşıyorsunuz. sağlığınız gittikçe düzeliyor,
kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. bir gün
çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün
size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın
kol saati veriyor patronunuz.. ve genel müdürlük
veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir
insan olarak işe başlıyorsunuz. herkes karşınızda
el pençe divan...vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler
de başlıyor. gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.
diğer hormonal aktiviteler artıyor,
fevkalade.....aman ne güzel günler başlıyor...
derken bir gün patron size artık üniversiteye
gitsen daha iyi olur diyor. bu arada babanız ortaya
çıkmış, "fazla çalıştın" diyor "artık eve dön, isi
bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun..." keyfe
bakar mısınız ?
okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. ekmek elden,
su gölden bir dönem başlıyor. partiler, diskotekler,
kızların sayısı artıyor. derken anne ve babanız sizi
götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de
yok artık....
günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur,
keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar..
mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı
bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor
ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
derken anneniz bir gün size süt verme
kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde
hazır. bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama
giriyorsunuz. beslenmek için ağzınızı açmaya
dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor,
sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir
ortamda yaşıyorsunuz.
küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
ve günün birinde müthiş bir
olayla hayatınız bitiyor....

`----------------------------------------------
bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne."o olmazsa
yaşayamam." demeyeceksin.
demeyeceksin işte. yaşarsın çünkü.
öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
çok sevmeyeceksin mesela. o daha az severse kırılırsın.
ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
çok sevmezsen, çok acımazsın. çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
senin değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan olmayacak mesela evinde. paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen, çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
gökyüzünü sahipleneceksin, güneşi, ayı, yıldızları... mesela kuzey yıldızı,senin yıldızın olacak.
"o benim." diyeceksin. mutlaka sana ait olmasını istiyorsan birşeylerin...
mesela gökkuşağı senin olacak. ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
mesela turuncuya, yada pembeye. ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. ucundan tutarak...
---------------------------------------------

Eğer

o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

o kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

o büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

o kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

ıssız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

ıssızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

------------------------------------