Sayfalar

Hakîm Senâî Şiirleri

HAKİM SENAİ :,( Senai) 1071-1140 Fars şair
  




Mecdûd bin Âdem, künyesi Ebü'l-Mecd Hakîm Senâî'dir. 1071 (H.464) senesi Gazne'de doğdu. Başka târihlerde doğduğunu söyleyenler de vardır. Horosan ,belh, nişabur’u dolaşıp 1140 (H.535) senesi Gazne'de vefât etti.

Senâî'nin sultanları medhetmeye ve onların yanına gidip gelmemeye yemin etmesinin sebebi şu hâdise oldu: 
Sultan Mahmûd Sebüktekin (Gazneli Mahmûd), Hindistan taraflarını fethetmek için sefere hazırlanıyor ve asker topluyordu.Hakîm Senâî de Sultan Mahmûd'a yazdığı bir kasîdeyi götürüyordu. Yolda bir meyhânenin kapısı önünden geçerken içerden bir takım konuşmalar işitti. Lay-Har adlı bir dîvâne kendisine şarap dolduran birine; "Bir kadeh daha doldur. SultanMahmûd'un körlüğü için içeyim!" dedi. Sâkî; "Bu sözü doğru söylemedin. Yiğit ve büyük pâdişâh için neden böyle söylüyorsun?" diye cevap verdi. O zaman dîvâne adam; "Çünkü o, Allah'ın verdiklerine şükretmiyor. Bunca devlete sâhipken, bir memleket daha istiyor!" dedi. Dîvâne tekrar bir kadeh daha istedi ve; "Bir kadeh de Hakîm Senâî'nin körlüğü için doldur!" dedi. Sâkî müdâhale etti ve; "Hakîm Senâî iyi huylu, bilgili, fazîletli tanınmış bir şâirdir. Neden böyle dersin?" diye karşılık verdi. O zaman dîvâne adam; "Eğer o, bilgili, yiğit bir kişi olsaydı, dünyâda ve âhirette faydası olan bir işle uğraşırdı. O hergün bir şeyler alırım ümidiyle Sultanın yanına gidiyor. Saçma sapan sözler toplamış, ona şiir adını vermiş. Bir aptalın yanına gidip yaltaklık ediyor. O, işe yaramaz bir takım kâğıtlar doldurup ömrünü ziyân ediyor. Akıllı ve bilgili olan ömrünü ziyân eder mi? Belki neden yaratıldığını düşünürdü. Eğer kıyâmet gününde ondan; "Ey Senâî! Bizim huzûrumuza ne getirdin?" diye sorsalar acaba ne mâzeret beyân edecek." dedi. Hakîm Senâî bu sözleri işittiğinde kendinden geçti ve gönlü dünyâdan soğudu. Sultanların medhi için yazdığı kasîdeleri toplayan Dîvân'ı suya attı. Hak yoluna girip, ibâdetle meşgûl oldu. Dünyâ ve dünyâlıkla ilgili şeylerden uzak durdu. Mubahları da zarûret miktarı kullandı ve böyle bir hayat sürdü. Bu husustaki duygu ve düşüncelerini şiirlerle ifâde etti. Öyle bir hâle ulaştı ki, Gazne'de yalınayak dolaşırdı. Dostları akrabâları onun bu hâlini görünce üzülür ve kendisi için ağlarlardı. Senâî akrabâsına; "Benim bu hâlime üzülmeyin. Bilâkis sevinin." derdi.


ETKİLEDİĞİ ŞAİRLER:
Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa'dî Şîrâzî ve Hâfız gibi kendisinden sonra gelenler şiirlerinden istifâde edip nazireler yazdılar. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri kendini Senâî'nin tâbilerinden saydı ve; "Attâr ruh, Senâî de onun iki gözü idi. Biz Attâr'ın ve Senâî'nin izinde yürüdük." demiştir.
Daha başka şâirler de Senâî'nin tesirinde kalmışlardır. Hâkânî, Nizâmî, Emir Hüsrev Dehlevî ve Mevlânâ Câmî hazretleri onun Hadika (Bahçe) ismindeki mesnevîsini okuyup şiirlerine nazîreler yazdılar.

SÖZLERİNDEN SEÇMELER:
"Her şeyi terk edenlerin eğer ayakkabıları yoksa onlar yollarından geri kalmış olmazlar. Topuklarının her çatlağında saâdet kapıları vardır."

"Ey tavır ve hareketleri güzel olan âşıklar. Durmadan ilâhî hakîkatleri arayın. Kalk! Zulüm ve haksızlıkla yoğrulmuş olan dünyânın toprak yığınından kalkan tozları gözyaşlarımızla bastıralım. Bu dönen künbedin insanların gözlerini aldatan yıldızların (Lâ) süpürgesiyle silip süpürelim. Mülk kimindir? Bir ve Kahhâr olan Allahü teâlânındır sözü kendiliğinden duyulsun."

Nefsinin yuvasını (barınağını) cehenneme kurma,
Ne de aklının konağını aldanışa kur;

Ahmaklık ve saçmalıklar semtinde dolanma,
Ne de kibirli (faydasız, nafile, manasız, yarasız) tahayyül evinin kapısında dolan.

Gösterişçi kendini beğenmişlikleri terk et ki bu saraya kabul izni bulasın;
Bu ebediyet konağı senin olmasına karşın , bu fanilik ikametgâhı senin yerin değildir

Bu ebediyet konağı senin için hazırlanmıştır,
 yarının aşkı için hayatını bırak ve terket bugün.

Bu dünyanın iyisi ve kötüsü, onun aldatışı ve hakikati, 
Adem oğulları arasında bayağı(rezil) insanlar içindir[*].

[*] Bu cümle çevirisi sorunlu idi, fakat ekledik ve şöyle algılamaktayız: Kamil insanda iyi kötü olmaz demekte. Kamil insan her olanı halktan değil de HAKK'tan bilendir...

Yüksek çatıya (çıkmak ) basamak çoktur,
Neden bir basamak(adım) ile tatmin oluyorsun(niye çok çabuk tatmin oluyorsun)?

İlim İlahı’nın( El-Alim’in) tasdiki ile, ona doğru ilk adım dinginlik(sükûnet)tir,
Ve ondan sonra ikinci basamağa gelirsin, hayat, suret ve maddenin irfanı(hikmeti).
Şu hakikatı bil ki, dünya da Adem oğulları için ebedi cennete çıkan, irfan ve amelden daha iyi bir merdiven yoktur.

Hayatın irfanı(hayatı anlamak.bilmek, bulmak, olmak, yaşamak gibi) her iki üst ve aşağı konak(ikametgah) için aklı güçlendirir, bu yolda çabala, ve bunda öyle yapamasan bile, bir kaybın olmayacaktır.

Miskinlik(tembellik) tohumunu kim ekerse,miskinlik ona meyve olarak küfür[*] getirecektir
[*] ingilizce de kullanılan “impiety” kelimesinin Allah’a hürmetsizlik, saygısızlık, dinsizce davranış gibi manalarıda mevcut. Metnin farsçasında hangi kelime kullanıldığını bilemiyoruz.


Bil ki, sopanın sapı ile kılıcın kabzası ağlayan gözlerin nemini bilmeyen sultanlara taç ve tahttır, fakat para ve yemek ardında dolanan kişi, sıkılmış bir yumruktan evvel adi ve alçaklığa kuyruk sallar(yaltaklanır).

Ìlme sahip olan, bunun yanında dağ gibi huzura(sükunet ve dinginliğe) sahip olur, kaderin afetlerinden dolayı tasalanma. Huzur olmaksızın ilim(huzursuz ilim) yakılmamış bir mum gibidir, her ikisi birlikte arının balı gibidir, mumsuz bal asaleti(necipliği) simgeler, balsız mum ise sadece yakmak içindir.

Bu nesillenme ve yozluk(bir yanda üreten bir yandan bozulan yozlaşan) evini terk et, çukuru bırak , ve senin için kararlaştırılan evinin yolunu tut, bu kuru toz kümesinde bir serap var, ve ateş su olarak görünmekte.
Saf kalpli bir insan iki dünyayı BÌRde tevhid eder; ama aşık üç mekan(konak)dan BÌR yapar .


-----------------------------

Senâî nasihat olarak; körlerin hakikatleri göremeyeceklerine dâir şöyle bir misâl anlatmıştır:

Gur ülkesinde büyük bir şehir vardı ki bu yerde bütün insanlar kör düler. Emin bir Sultan bu yerden geçti, ordusunu getirip düzlükte kamp kurdu. Onun, saltanatına hizmet için ve korku uyandırmak ve muharebede saldırı için büyük ve muhteşem bir fili vardı. İnsanlar arasında bu korkunç fili görme isteği doğmuştu, ve bir sayıda kör, ahmaklar gibi onu ziyaret ettiler, her biri onun biçim ve şeklini keşfetmek için acele ile koşuşuyorlardı.

Geldiler, ve gözleri görmeksizin onu el yordamı ile yokladılar, onların her biri bir uzva dokunarak bir kısım hakkında bir sanı elde ettiler, her biri na-mümkün bir nesne(şey) fikrine sahip oldular, ve onun bu hayali hakikatine bütünüyle inandılar. Şehir halkına geri döndükleri zaman, diğerleri onların etrafını sardılar, hepsi umutla bekliyorlardı, öyle yanlışa yönlendirilmiş ve aldatılmışlardı onlar. Filin görünümü ve biçimi hakkında sordular, ve dediklerini hepsi dinlediler. Birisi eli filin kulağına denk gelene sordu; (eli filin kulağına değen) dedi ki :

“Koskaca ve korkunç(yenmesi güç) bir şey, geniş ve kabaca ve kilim gibi yayılıyor”.
Ve eli onun hortumuna denk gelen dedi ki:
“Ben onu keşfettim(çözdüm bu işi); o düz ve boru gibi ortası boş, cok berbat dehşet bir şey ve yok edici bir alet.”
Ve filin kalın ve sert bacaklarını hisseden dedi ki:
“Aklımda tutabildiğim kadarıyla, onun şekli düz tıpkı düz bir sütun gibi."
Her biri onun bölümlerinden birisini görmüştü, ve hepsi de yanlış şekilde görmüştü. Bütünü hiç bir akıl bilmiyordu,--ilim aldanmış ahmaklara, zann la kurulmuş saçmalıklara inanan körlere asla kılavuz değildir.

İnsanlar İlahi özü bilmiyor; bu konuya filozoflar giremezler...

Not: Bu hikaye benzer şekillerde binlerce yıldır Hindistan masallarında ve Budist hikayelerinde anlatılmaktadır. Rumi Hz.lerinin mesnevisindede benzeri vardır. 1800 yıllarında John Godfrey isimli bir Amerikalı yazarın Hindu kaynaklarından esinlenerek yazılan bir şiirinde fil etrafındaki körlerin sayısı 6 ve yokladıkları kısımlar özetle:

1- Yan tarafına değen için “Duvar”
2- Dişlerine değen için “Mızrak”
3- Hortumuna değen için “Yılan”
4- Dizine değen için “Ağaç”
5- Kulağına değen için “Yelpaze”
6- Kuyruğuna değen için “Urgan”

Bu hikayenin Hakim Senai Hz.lerinin anlatışındaki güzellik konuyu ilahi öze getirişidir. Diğer yazıtlarda bu konu sadece bir bütünün farklı parçalarını yorumlayan ama bütünü göremeyenler manasıyla her alanda kullanılan hicv edici bir hikaye olarak kalmıştır…