Vlademir Mayakovski Şiirleri

VLADEMİR MAYOKOVSKİ :1893-1930 : 36 yaşında .Gürcü -komünist.Aktör,İntihar etti.
   vladimir vladimirovic mayakovski  vladimir vladimirovic mayakovski


Mayakovski'ninYesenin'e ithafen yazdığı bir şiir vardır;

sen gittin,
diyorlar
yukarılarda bir dünyaya.
sonsuzlaşma-
uçuyorsun,
parıldayan yıldızlara çarparak.
ne borç var artık bize,
içki ne de

ayılma.
hayır, yesenin,
oh
çekmek değil benim istediğim.
görüyorum ben
kesik bileklerinle sendeleyişini
ve alayla değil
acıyla
düğümleniyor yüreğim.
görüyorum
bir kemik çuvalı gibi
yere atışını gövdeni.
-dur! diyorum.
bırak!
delirdin mi sen?
sürer mi ölümü
hiç insan
tebeşir tozu gibi
yanaklarına?

sen ki çok daha
iyi verirdin ölüme
ağzının payını herkesten.
yeryüzünde başka
kimsede olmayan
o efece konuşmanla.
niçin?
nedeni ne?
donup kalıyorum şaşkınlıktan.
homurdanıyor eleştirmenler:
-bizce, bunun asıl nedeni
şu...
ya da bu...
ama daha çok,
kopmak toplumdan,
çok fazla bira
ya da şarapla kafayı çekmesi.
başka deyişle
satsaydın
bohemleri
işçi sınıfına, diyorlar.
sınıf bilincin olsaydı,
bak, bu gelmezdi başına.
oysa işçiler de
kvastan sert içkilerle
kafayı çekiyorlar.
o sınıf da içerek
güzelce sıçıyor kendi ağzına.
başka deyişle
parti'den biri
denetleseydi seni
sağlansaydı böylece
asıl önemi
içeriğe vermen.
yazardın o zaman
her gün
o dizelerin
yüzlercesini
uzun uzun
ve sıkıcı
doronin de gördüğümüz türden
ama bence
böylesi bir deliliğin içine düşseydin
sen çok daha önce
son verirdin
yaşamına.
votkadan gitmek daha iyidir
inan bana
böylesi sıkıntıdan boğulmaktansa.
hiçbir zaman söyleyemeyecekler
nedenini bize
seni yitirişimizin.
şuracıkta duran
çakı mı, yoksa ip mi?
ama bulunsaydı
mürekkebi, elbette
angelleterre otelinin
damarlarını kesmen
ve ölüp gitmen
gerekmezdi.
sana öykünenler çıldırdılar sevinçten:
bir daha, bir daha!
neredeyse bir yığın insan
zıvanadan çıkıp
öldürdü kendini.
neden çoğaltmalı
intiharları
böyle sayıca?
daha kolay değil mi
mürekkeple doldurmak
oteldeki şişeleri!
sonsuza dek
kilitlendi artık dilin
arkasında dişlerinin.
benim bu bilmecemsi sözlerim
yersiz
bir bilgiçlik sayılmamalı
halkımız,
yaratıcısı ve yaşatıcısı o güzel dilimizin,
yitirdi ölümünle
yansılı sesler üreten
en güçlü çırağını.
ve o herifler tayışıp duruyorlar
ölü şiir döküntülerini
geçmiş,
gömülmüş ölülerden
hemen hiçbir yeniliği olmayan.
üstüste yığıyorlar
tatsız uyaklarını
mezara toprak atar gibi: daha beterlerini.
onurlandırmak için oğlunu
esin peri'sinin bile
işine yaramayacak olan.
sana yaraşacak
bir anıt henüz dökülmedi
hani nerde o anıt,
döğülmüş tunçtan
ya da yontulmuş mermerden?
oysa çoktan doldurdular
yığın yığın
parmaklarının dibini
çöplerle,
adama sözcüklerinden, anılardan, o bok püsür şeylerden.
adın
hıçkırıklarla birlikte doldurdu mendilleri.
sözcüklerini
geveleyip duruyor sobinov ağzında
kıvrılıp oturmuş da
altına suyu çekilmiş bir kayın ağacının-
'hiçbir şey söyleme,
ah dostum,
içini de çek-me ne olursun.'
ah,
sen onu ne kimbilir nasıl da alaya alırdın,
şu leonid lohengrinski'yi,
baş belası, tanrının!
ortalığı kimbilir
nasıl da ayağa kaldırırdın:
'izin veremem
şiirsel gargaralarına
anıran eşşeklerin! '-
sağır ederdin kulaklarını
üç ayaklı ıslıklarınla, sonra,
yazdıklarının hepsini
kıçlarına sokmalarını söylerdin.
harcardın bozuk para gibi
o yeteneksiz heriflerin hepsini,
doldururdun
smokin ceketlerinin
kara yelkenlerini,
öyle ki savrulurdu
sağa sola
kogan gibileri,
süngüleyerek
sivri bıyıklarıyla
gelip geçenleri.
oysa bu arada
sayısı hiç de azalmadı
bu serserilerin.
çok zorlu bir iş
onları sayıca geride bırakmak.
yaşam
yepyeni bir biçimde
yeniden kurulacak.
işte o zaman
yepyeni şarkılar söylenmeye başlayacak.
böyle bir çağda
ağırlaşıyor sorunları
kalemin,
iyi ama, gösterin bana
sizi ey zavallı
hortlaklar sürüsü, hadi
nerede görülmüştür
ve ne zaman
yüce bir kişinin,
dikenli yolları bırakıp da
gül bahçelerini seçtiği?
sözcükler
yönlendirir
insanoğlunun güçlerini.
yürüyün!
arkamızda
zaman patlasın
bir mayın gibi.
bizim geçmişe sunacağımız
yanlızca
bukleleri
rüzgarda
geriye savrulan saçlarımızın.
eğlenceye ayrılacak yeri yok
gezegenimizin.
yarınlardan
koparıp
almalıdır mutluluğu
insan.
şu yaşamda
en kolay iştir ölmek
asıl güç olan
yepyeni bir yaşama
başlamak.

Mayakovski bu şiiri yazdıktan 5 sene sonra intihar etti.

ŞAİR İŞÇİDİR
 Bağırırlar şaire: 
"Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni. Şiir de ne? Boş iş. 
Çalışmak, harcınız değil demek ki..." 
Doğrusu bizler için de en yüce değerdir çalışmak. 
Ve kendimi bir fabrika saymaktayım ben de. 
Ve eğer bacam yoksa 
İşim daha zor demektir bu. 

Bilirim hoşlanmazsınız boş lâftan
 kütük yontarsınız kan ter içinde, 
Fakat bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan: 
Kütükten kafaları yontarız biz de. 
Ve hiç kuşkusuz saygıdeğer bir iştir balık avlamak çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına balıkla doluysa hele. 
Fakat daha da saygıdeğerdir şairin işi balık değil, 
canlı insan yakalamadayız çünkü. 
Ve doğrusu işlerin en zorlusu 
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında su vermektir kızgın demire. 
Fakat kim aylak olduğumuzu söyleyerek sitem edebilir bize; 
Beyinleri perdahlıyorsak eğer dilimizin eğesiyle... 
Kim daha üstün, şair mi?
 yoksa insanlara Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
 İkisi de. 
Yürek de bir motordur çünkü ve ruh, onun çalıştırıcısı. 
Eşitiz bizler şairler ve teknisyenler. 
Vücut ve ruh emekçileriyiz aynı kavganın içinde
 Ve ancak ortak emeğimizle bezeriz evreni marşlarımızı gümbürdeterek 
Haydi! laf fırtınalarından ayıralım kendimizi bir dalgakıranla. İş başına!
 Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu. 
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı değirmene yollansın dosdoğru!
 Unculuğa! 
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!
--------------------------------


PANTOLONLU BULUT’dan (Giriş)

Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.

Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum – yakışıklı,
yirmi iki yaşında.

Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!

Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.

Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını…

İster misiniz
ten kudurtsun beni,

- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!

İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da…
---------------

Pantolonlu Bulut'dan:
Çok iyidir bakışlarından koruması ruhun kendini
kuşanarak sarı bir yelek!

Çok iyidir fırlatırken kendini
giyotinin dişlerine
haykırması insanın
“Van Huten Kakaosu içiniz!”(12) diye.

Ve bu saniye
bir kestane fişeğidir,
ağar yukarı
hiçbir şeye değişmem onu dünyada,
hiçbir?
Sigara dumanından beriye
bir likör kadehi gibi çıkarak
uzanıyordu Severyanin’in (13) şarap çalığı yüzü.

Nasıl diliniz varıyor kendinize ozan demeye
öyle bir bıldırcının boz sesiyle şakıyarak?

Bugündür,
bir demir muştayla yarmamız gereken gündür
şakkadak
dünyanın kafatasını!
Hep şunu düşünürsünüz siz:
“Dansediyor muyum, dersiniz, kibarca?”
Nasıl da eğleniyorum,
bir de bana bakın bir parça,
ben
ayaktakımından serseri,
kumarbazın üçkağıtçısı!

Sizleri,
ki dalıp gitmişsiniz sırsıklam gönül işlerine
gözyaşı dökerek
kaç yüzyıldan beri,
bırakıp gideceğim sizleri
ve yerleştireceğim büyümüş gözümün üzerine
güneşi monokl benzeri.

Yürüyüp gideceğim dünyada
şık şık giyinip kuşanarak en sonu,
güneşten kararmak için ve hayran,
ve sürüp götüreceğim yanımsıra
bir buldok gibi
boynunda tasmasıyla Napolyon’u.

Sereserpe uzanacak yeryüzü bir kadın gibi
yakıp kavururken tenini istek
ve nice nesne varsa
canlanacak tek tek
ve fısıldayacak dudakları:
“haspa, haspa, haspa!”

Birdenbire
bulutlar,
en büyüğünden en küçüğüne değin,
kopardılar gökte bir işitilmedik şamata,
sevinip coşması gibi beyaz işçilerin
kudurmuş bir grev ilan edip göklere.

Bir bulutun ardından nasıl da azgın fırladı
gökgürültüsü,
sümkürdü koskoca burun deliklerinden nasıl da kabararak
gökteki surat buruştu bir saniye
yüz buruşturur gibi demirden Bismark.

Ve birisi
bulutların ağına düşmüş birisi,
uzattı elini meyhaneye ansızın,
el uzatması gibi bir kadının kibarca,
uzanması gibi kibarca
bir top ağzının.

Mayakovski’nin Genidnikov’daki çalışma masası
Düşündünüz:
güneştir olsa olsa
şamar atan nazikçe meyhanenin yanacığına.
General Gallifet mi (14) geliyor yoksa
kurşun yağdırmak için isyancılar kalabalığına?

Çıkarın ceplerinizden, boş gezenler, ellerinizi,
alın bir taş, bir bıçak, alın bir bomba,
ama aranızda varsa elsizi
kafasıyla vuruşsun o da.

İleri, küçük açlar,
küçük köleler sizi,
pisler,
bit dolu çukurda kalakalmışlar öyle!
İleri!
Artık kanımızla boyayacağız bizler
pazartesileri.
Salıları her bayram!
V.Mayakovski
Yeryüzü bıçaklar altında anımsansın
maskaraya çevirmek istediklerini!
Yeryüzü,
Roçild’in kendi gözünden esirgediği
o etli butlu kadın!

Bayraklar dalgalansın
dalgalanır gibi anlı şanlı bayramlarda,
sokak fenerleri, çıkarın, daha yükseklerde çıkarın
kanlı yığınını asılan un satıcıların!”
----------------
Son Mektup

(Şairin cesedinin yanında bulunmuştur.)

Hepinize!..

İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.

Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil bu, biliyorum (kimseye de ögütlemem), ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı.

Lili, beni sev.

Hükümet Yoldaş! Ailem; Lili Brik, anam, kızkardeşlerim ve Veronika Vitoldovna Polonskaya’dan ibarettir; yaşamalarını sağlarsan, ne mutlu bana?

Bitmemiş şiirleri Brik’lere verin. Ne lazımsa onlar yapar.

“Bir varmış bir yokmuş” derler hani:
Aşkın küçük sandalı
hayat ırmağının akıntısına kafa
tutabilir mi?
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda?
Acıları
mutsuzlukları
karşılıklı haksızlıkları
hatırlamağa bile değmez:
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.

Ve sizler mutlu olun
yeter.”

Mayokovskinin 1. dünya savaşında yaptığı ve sözlerini yazdığı afişlerin Türklerle ilgili olanları:


Eh Sultan, limanında otursan iyi edersin, / Kavgaya girip suratını berbat etme. - 1914. 
Sol altta Mayakovski’nin imzası var.



Heligoland’da İngilizleri / Bekliyordu Alman çetesi, / Ama bellerini kırdılar, / Göben ve Breslau’nun.
Türklerse Konstantinopol’de / Dikmeye giriştiler. / Aman Türk, dikkat et de / Sıvası dökülmesin. - 1914.