Federico García Lorca(Lorka) Şiirleri

 Federico García Lorca(Lorka)  (1898– 1936)  38 yaş .İspanyol şair ve oyun yazarı, aynı zamanda ressam, piyanist ve bestecidir.Eşcinsel.

İspanya İç Savaşı'nın başlangıcında 38 yaşında iken milliyetçiler tarafından, kurşuna dizilerek öldürülmüştür.Yüzyılının en büyük iki İspanyol şairinden biri olarak kabul edilir.Öldürüldükten sonra Pablo Neruda onun için  şiirler yazmıştır.
    


cinayete katılan sivil muhafızlar’dan birinin ağzından...
“garcia lorca metin, muhteşem bir gururla yürüyordu...”

o gün nöbetçiydim. bu genç adamın kışlaya girdiğini gördüm. yüzü sapsarıydı ama dimdik yürüyordu. federico garcia lorca’ydı. onu görür görmez korkunç bir dram oynanacağını anladım. garcia lorca, sivil muhafızlar (*) hakkındaki ünlü baladı yazdığı gün idam kararını imzalamıştı…

bana onu fransız elçiliği’nde bulduklarını söylediler. binadan çıkması için kandırmış, sonra da tutuklamışlardı. ondan önceki kurbanlar gibi, tabii, o da hiç yargılanmadı; aynı gece bir sivil muhafız postası arasında kışladan götürüldü. bunu itiraf etmek korkunç birşey. ama ben de muhafız’ların arasındaydım. otomobiller padul yolunun kenarında durdu. uğursuz konvoy granada’nın on mil ötesine varmıştı. saat sekizdi. otomobillerin farları ölümüne giden adamı aydınlatıyordu. gece karanlığında silüeti göze çarpıyordu. posta, kurbanının göremeyeceği bir yerde, farların arkasında durdu.

garcia lorca metin, muhteşem bir gururla yürüyordu. birden durdu, konuşmak istiyormuş gibi bize döndü. bu büyük bir şaşkınlık yarattı, özellikle postaya komutanlık eden teğmen medina’da.

ve konuştu. garcia lorca metanetle, hiç titremeyen bir sesle konuştu. sözleri güçlüydü, aman dilemiyordu. her zaman sevdiği özgürlüğü savunan erkekçe sözlerdi. kendi davası olan halkın davası’nı, böyle korkunç bir barbarlık ve cinayet karşısında başarılan iyi işleri övdü.

ihtiras ateşiyle söylenen o sözler silahlı adamlar üzerinde büyük etki yaptı. bana beynimin içine giren bir kuvvetli ışık gibi geldi. şair konuşmaya devam etti…

ama sözlerini bitiremedi. korkunç, canavarca, caniyane bir şey oldu: teğmen medina, iğrenç küfürler savurarak tabancasını çekti ve muhafızları kışkırttı.

manzara karşısında dehşete düştüm. tüfeklerinin dipçikleriyle vurarak, ona ateş ederek (içimizden bazıları korkudan donup kalmıştık) garcia lorca’ya saldırdılar. vızıldayan kurşunlar arasında lorca koşmaya başladı. yüz yarda kadar ötede yere düştü. işini bitirmek için arkasından gittiler. ama federico, kanlar içinde, yeniden ayağa kalktı ve korkunç bakışlarla adamlara döndü. adamlar dehşet içinde gerilediler. bütün sivil muhafızlar koşup otomobillerine bindiler, yalnız teğmen, elinde tabancasıyla orada kaldı. garcia lorca son olarak gözlerini kapadı, kanına bulanmış toprağın üstüne yığıldı.

medina hızla yaklaşarak zavallı federico’nun gövdesine üç el tabanca sıktı.

şairi oracıkta bıraktılar gömmediler…granada’nın dışında, onun granada’sı…”

(lorca’nın öldürülüşü, i.gibson, çev. murat belge. kavram yayınları, s.160-161)
BU FOTOĞRAF ONA AİT DEĞİLDİR

------------
karadır atları, kapkara
nalları da kapkara demir.
pelerinlerinde parıldar
mürekkep ve mum lekeleri
ağlamak nerede onlar nerede
hepsinin de kurşundan beyni
yoldan ağır çıkageldiler
gönülleri cilalı deri.
o çılgınlar, o gececiler
boğarlar geçtikleri yeri
zamk karası bir sessizliğe
ve bir dehşete kum incesi…
(ispanyol sivil muhafız baladı / f. lorca)
----------

"bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
birçok kere yitirdim denizde kendimi
gidiyorum aramaya, suyu bilmeden
beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri."
-------------------------------------------
hoşçakalin

ölürsem
açık bırakın balkonu.
çocuk portakal yer.
(balkonumdan görürüm onu.)
orakçı ekin biçer.
(balkonumdan duyarım onu.)
ölürsem
açık bırakın balkonu!
---------------------------------------------



ayağı karıncalı

yalnız bir kadın sanmıştım önce.
oysa kocasını aldatan biri.
irmağın orda buluştuk.
gece santiago gecesi.

işıklar sönüp birer birer
yanmaya durunca ateşböcekleri,
son birikintisinde şehrin
dokundum uykulu memelerine.

türkülü çiçeklerin dalları gibi
göğsü gözlerime açılıverdi.
ve oniki hançerin bir kerede
yırttığı ipek gibi sinirli.

hışırtısı kulaklarımda
kolalanmış eteklerinin.
işıksız tepeleri ağaçların
yollar boyunca kocaman kocaman

ve ufuk köpeklerin ufku
irmaktan ötelere havlıyordu.
ne varsa üstünden atlayıp geçtik
böğürtlenler, dikenler, karaçalılar.

saçındaki topuzun yere yatınca
yumuşak toprakta açtığı çukur,
ben boyunbağımı attığım zaman
çözüşü onun da düğmelerini.

sıra silahlı kemerime gelince
sıyrılışı giysilerinden art arda,
sümbüllerin mi kurbağaların mı
olamaz hiçbirinin böyle bir teni,
ne de billurun ayışığında
sunabildiği var bu ışıltıyı

kalçaları altımda kaçışıyordu
hani ürkmüş balıklar gibi
bir yanı tutuşmuş ateş çemberi
bir yanı buza kesmiş, sepserin,

o gece dörtnala gördüm kendimi
sedeften küçük bir taya binmişim
gördüm, ne dizgin ne de üzengi
at koşturuşlarımın en güzelini.

neler anlattı sevişirken
ama söyleyemem erkeğim ben
hem böyle ağzı sıkı görünmemi
aydınlık akıl da istiyor zaten. 



-------
ne boğa biliyor seni ne incir ağacı,
ne atlar ne evindeki karıncalar.
ne çocuk biliyor seni ne de ikindi
çünkü ölüsün sen sonsuza kadar.

ne taşın sırtı biliyor seni,
ne içinde için de çürüdüğün siyah saten.
bilmiyor seni sessiz anıların
çünkü ölüsün sen sonsuza kadar.

sedef kabuktan borularla gelecek güz,
buğulu asmalar, kümelenmiş tepelerle,
ama kimse bakmayacak gözlerine
çünkü ölüsün sen sonsuza kadar.

çünkü ölüsün sen sonsuza kadar
bütün ölüleri gibi yeryüzünün
bütün ölüleri gibi unutulmuş
cansız bir köpekler yığınından.

kimse bilmiyor seni. kimse. ama türkünü söylüyorum ben.
profilini söylüyorum geleceğe, inceliğini.
anlayışının dile destan olgunluğunu.
ölüme iştahını senin, ağzındaki tada.
yiğit neşendeki kederi söylüyorum.

kolay doğmaz, eğer doğarsa,
böyle katıksız, böyle güngörmüş endülüslü.
inceliğinin türküsünü söylüyorum inleyen kelimelerle
anarak üzgün bir yeli zeytin ağaçlarında.
-----------------------------------------------------------------