Nedim Şiirleri

NEDÎM : 1681 – 1730, İstanbul. Şöhretini Osmanlı Devleti'nin 1718–1730 yılları arasındaki Lâle Devri'nde kazanmıştır. Öldükten sonraki yüz yıllarda daha çok beğenilmiştir.

Bir şair olarak tanınma gayreti içindeki Nedîm, Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa'ya birkaç kaside yazdı. Ama Topkapı Sarayı'na girişini sağlayan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya yazdığı kasideler oldu. Lale Devri'nin sadrazamı olan Damat İbrahim'in himayesi altında daha sonra kendisini meşhur yapacak olan eserlerini ve yaşam tarzını ortaya koydu.

Nedîm'in Patrona Halil İsyanı esnasında öldüğü kabul edilmekte ama bunun içeriği hususunda ihtilâflar bulunmaktadır. En meşhur rivayet, isyankârlardan kaçarken Beşiktaş'taki evinin çatısından düşerek öldüğü yönündedir. Diğer bir rivayette aşırı alkolden öldüğü söylenir. Bir başka rivayet ise, Damad İbrahim Paşa ve şürekâsına yapılan işkenceden ötürü dehşete kapılıp korkudan öldüğü şeklindedir.


Eserleri Nedîm Dîvânı adı altında toplanmıştır. Şiirlerinin pek çoğu şarkı olarak bestelenmiştir.İstanbul aşığıdır.Aşk,çapkınlık ,eğlence ve günlük hayattan şiirler yazmıştır. dini konularda şiir yazmamış münacat, naat türünde kasideler yazmamıştır.



-------------------------------
Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır

Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yoktur
Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır

-----------------------------------
"güzel sevmekte zâhid müşkilin vâr ise bizden sor
bizim ol fende çok tahkıykımız itkaanımız vardır"

güzel sevmekte zorlanıyorsan bizden sor.
Bu konuda (tahkıyk: ) derin araştırma,( itkaan ) sağlam bilgimiz var

------------------
kocub her şeb miyanın canına can katmada ağyar
behey zalim sen insaf et bizim de canımız vardır

başkaları her gece belini kucaklayıp canına can katıyor.
 ey zalim bize de insaf et bizim de canımız vardır

-------------
meyhane mukassi görünür taşradan amma,
bir başka ferah, başka letafet var içinde.

-----------

"sâkiyâ meclise gel cismime gelsin cânım
ahdler tevbeler ol sâgara kurbân olsun
ayağın sakınarak basma amân sultânım
dökülen mey kırılan şîşe-i rindân olsun

merhaba ettiğin ellerle revâ mı göreyim
eller emsin o şeker lebleri de ben durayım
bâri lutfeyle a zâlim biricik yüz süreyim
pâyin olmazsa eğer kûşe-i dâmân olsun"

ey saki, meclise gel, canım bedenime
yeminler tövbeler o kadehe kurban olsun
ayağın sakınarak basma aman sultanım
dökülen şarap, kırılan rindlerin şişesi olsun

yabancılarla selamlaştığını kabul mü edeyim?
yabancılar o şeker dudakları emsin ben yerimde mi durayım?
bari lutfeyle a zalim bir kere yüz süreyim
ayağın değilse de eteğinin köşesi olsun

-------------------------------------
haddeden geçmiş nezaket yâl u bâl olmuş sana
mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı âl olmuş sana

bûy-ı gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana

sihr û efsun ile doluptur derûnun ey kalem
zülfü harut'un demek mümkîn ki nâl olmuş sana

şöyle gird olmuş firengistân birikmiş bir yere
sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana

ol bût-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
aman ey dîl ne müşkil-ter suâl olmuş sana

sen ne câmın mestisen âyâ kimin hayranısan (mestisin, hayranısın olacak, ama ben böyle söylemeyi seviyorum)
kendin aldırdın gönül n'oldun ne hâl olmuş sana

leblerin mecruh olur dendân-ı sîn-i bûseden
lâlin öptürmek bu haletle muhâl olmuş sana

yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber nedim
bir peri-suret görünmüş bir hâyâl olmuş sana.

günümüz türkçesi:

nezaket süzgeçten geçmiş sana boy pos olmuş
şarap şişeden süzülmüş sana al yanak olmuş

gülün kokusu ıtır edilmiş (parfüm edilmiş) nâzın kenarı işlenmiş (havlu kenarı gibi, misal)
biri sana ter olmuş, diğeri mendil olmuş

ey kalem, için sihir ve efsun ile dolmuştur
demek mümkündür ki harut'un saç teli senin içindeki kıl olmuştur (harut, kuran'a göre insanlara büyüyü öğreten melek. eskiden divitlerin içinde mürekkebin akmasını kolaylaştırması için kıl olurdu, bu kılın harut'un saçından alındığını söylerek sanat yapıyor, kendini övüyor)

şöyle girmiş bir birine, bütün firengistan bir noktaya toplanmış
sonra gelmiş kaşının kenarında ben olmuş sana ( firengistan kafirler ülkesidir. kafir karadır, yani "kara ülke"dir.)

o hristiyan güzeli sana "şarap içer misin?" diye sormuş
aman gönlüm nasıl zor bir soru sorulmuş sana (iki sanat var. ilk olarak, diyor ki, şarap içmek tanrı'nın buyruğuna karşı gelmektir, bu soru beni ikilemde bırakıyor; yani tanrı ile sevdiğim aynı önemde benim için. ikincil anlam olarak da, dalga geçiyor; tabii içerim ulan soru mu bu gibisinden)

sen ne şarabın sarhoşusun, ey, kimin hayranısın
kendin kaptırdın gönlünü, noldu, bu halin nedir?

dudakların buse kelimesinde geçen sin harfinin dişlerinden yaralanır
bu yüzden dudağını öptürmek yasak olmuş sana (buse öpücük demektir. sin harfi ile yazılır. sin harfi dişe benzeyen bir görünüş arzeder. yani, "öptürmeyi bırak, buse (öpücük) desen yaralanacak kadar narin dudakların var" diyor)

bu şehirde senin tarif ettiğin dilber yok, nedim
bir peri yüzlü görünmüş, bir hayal görmüşsün sen.