Ümit Yaşar Oğuzcan Şiirleri

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN : 1926 Tarsus - 1984 İstanbul 58 yaş
   


Bankacı.Pek çok intihar denemesi(7 kez) olmuş.Oğlu Galata kulesinden intihar edince (17 yaşında) notta"intihar öyle değil böyle edilir " yazıyormuş güya.Oğlu için yazdığı bir de şiiri var.Pek çok şarkıya şiirleri söz olmuştur.


--------------------------------

bir daha dünyaya gelsem
yine seni severdim..
beni üzesin diye..
beni deli divane edesin diye..
biliyorum,
sen de bir daha dünyaya gelsen yine beni sevmezdin..
kahrımdan öleyim diye..
---------------------------------------
unutamamak

sen bilmezsin, paslı bir hançerdir yalnızlık
gelir en can alacak yerimden vurur
sen bilmezsin, gecenin en uzak bir saatinde
bir böcek nasıl girer beynime kımıldar durur?

sen bilmezsin, çaresizlik nasıl boğar insanı?
yaşamak bir yerde nasıl çekilmez olur?
tutunacak bir dal aramaktan, koşmaktan, özlemekten;
el yorulur, ayak yorulur, yürek yorulur...

sen bilmezsin bu türlüsünü ölümün
bilemezsin, bir tek kibritin cılız aleviyle
benzine bulanmış bir insan nasıl tutuşur?

bu belki sevmektir bir yerde, belki unutamamak
bu, kişinin kendi içinde eriyip yok olmasıdır
bilmesen de; anlamaya çalış biraz, ne olur...
-------------------------------
istanbul

evin içinde bir oda, odada istanbul
odanın içinde bir ayna, aynada istanbul

adam sigarasını yaktı, bir istanbul dumanı
kadın çantasını açtı, çantada istanbul

çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
çekmeğe başladı, oltada istanbul

bu ne biçim su, bu nasıl şehir
şişede istanbul, masada istanbul

yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
bir yanda o, bir yanda ben, ortada istanbul

insan bir kere sevmeye görsün, anladım
nereye gidersen git, orada istanbul.
-------------------
50 Yaş Şiiri

Ne zaman baksam çevreme elli yıl sonra
Hep aynı gördüklerim; bir keşmekeş, bir bozuk düzen
Bir lokma ekmek uğruna tükenmesi insanların
Yaşamak ve ölmek için hep aynı neden

Sefil doymazlık: ete, kana, paraya
Öylesi bir açlık ki eksilmeyen, bitmeyen
İnsan, ezebildiğince mutlu insan, oğul
Nereye gidersen git hep o tuzak, o dümen

Küçük hesaplarla kabaran büyük hesaplar
Ve değişmez çığlığı insanoğlunun: Ben, ben, ben!"
Sen yok musun? Onlar yok mu? Biz yok muyuz?
Nereye bu gidiş? Delicesine pupa yelken

Söyle neyi değiştirebilirsin ki tek başına
Yıldırırlar, sustururlar vururlar seni de hemen
Düşler bitmişse, gerçekler bir tokat gibi inmişse
Tek başına mutlu ol bakalım, olabilirsen

En güzeli sevmek diyeceksin insanları tümüyle
Usanmadan, bir şey ummadan, beklemeden
Ver, durmadan ver, eller uzanmış, baksana
Ver ki; kurulsun sofra, başlasın şölen

Bir yanda umutların, düşlerin, düşüncelerin
Bir yanda aldığını geri vermez koca bir evren
Bak! Bütün ağızlar yutmaya hazır seni
Bir noktadan, bir lokmadan başka nesin sen

Dönüp gerilere bakıyorum, bir de kendime
Elli yıl geçmiş, ha gün, ha yarın derken
Değişen birşey yok, bir şaşkın benden başka
İşte aynı yol, aynı kapı, aynı merdiven

Hani nerdeler? Kimi yitmiş kimi gitmiş dostların
Bir ak saçlı anan kalmış yolumu bekleyen
Sabah-öğle-akşam . . . Hep o tekdüze yaşam
Ve kırılmış bir kalple yorulmuş bir beden

İşte böyle geçti yıllar. bozbulanık
Ben sevdim, ben ağladım, başkalarıydı gülen
Ne zaman uzattıysam ellerimi, parçalandı
Mutluluk serseri bir mayındı denizlerimde yüzen





--------------------------------------




Kum

Sen kum nedir bilmezsin
Deniz Görmedin ki.
Yum gözlerini, zamanı düşün,
Deniz bir gözünde
Kum bir gözündedir.

Sen taş nedir bilmezsin
Dağa çıkmadın ki
Yürü ufuklara doğru,
Dağ bir ayağında
Taş bir ayağındadır

Sen kül nedir bilmezsin
Ateş yakmadın ki,
Uzat ellerini gökyüzüne,
Ateş bir elinde
Kül bir elindedir

Sen kan nedir bilmezsin
Ölmedin, öldürmedin ki,
Yat toprağa boylu boyunca
Ölüm bir yanında
Kan bir yanındadır

Sen aşk nedir bilmezsin
Beni sevmedin ki
Ağla, ağlayabildiğin kadar
Bütün güzellikler sende
Aşk bendedir

-----------------------------------------




Beni Unutma

Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma

Çünkü ben her gece o saatlerde
Seni yaşar ve seni düşünürüm
Hayal içinde perişan yürürüm
Sen de karanlığın sustuğu yerde
Beni unutma

O saatlerde serpilir gülüşün
Bir avuç su gibi içime, ey yar
Senin de başında o çılgın rüzgar
Deli deli esi verirse bir gün
Beni unutma

Ben ayağımda çarık, elimde asa
Senin için şu yollara düşmüşüm
Senelerce sonra sana dönüşüm
Bir mahşer gününe de rastlasa
Beni unutma

Halâ duruyorsa yeşil elbisen
Onu bir gün benim için giy
Saksıdaki pembe karanfilde çiğ
Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen
Beni unutma

Büyük acılara tutuştuğum gün
Çok uzaklarda da olsan yine gel
Bu ölürcesine sevdiğine gel
Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün
Beni unutma
--------------------------------
Sevi Şiiri

Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili

Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak

Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kah çocukça mavi, kah inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil

Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman

Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini

Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevgini

Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...






--------



KARANLIKTA



Beşyüz borazan birden çalıyor
Bin davul birden vuruyor başımda
Gök gürültüleri
Çekiç sesleri makine sesleri
Dağlardan kopan kocaman çığlar
Taşlar
Kayalar
Ey üstüme üstüme gelen deniz
Ey cam kırıklarından kader
Yeter
Yeter artık
Nerdeyse çıldıracağım
Bir yeşil ötesine geldim durdum işte
Merdivenin son basamağındayım
Bir adım daha atsam
Kimseler tutamaz beni
Bir adım daha atsam karanlıktayım

Kaç kere söyledik
Şu potpuriyi çalmayın diye
Anlamıyor musunuz
Fa diyez bemol çaresizlikler içindeyiz
Bir duvar yıkılıyor altında kalıyoruz
Bir adam ölüyor bizi gömüyorlar
Susturun şu kemanları
Biraz da ilâhlar ağlasın yokluğumuza
Kirli gözyaşları kırık iskemleler
Başıbozuk çigan havaları
Yeminler notalar akortsuz teller
Ve sakat çocukları
Nagazaki'nin
Biz bunun için mi geldik yeryüzüne
Devirin şu putları
Mukaddes kitaplar bize göre değil artık



Sinemaskop rezaletler içindeyiz
Café Chantant'larda dua ediyoruz
Mabetlerde çiftleşiyoruz artık
Mesuduz
Dokunmayın keyfimize
Saint Pierre'in doksandokuzuncu göbekten torunu
Strip-tease yapıyor
Folie Bergere revüsünde her gece
Gelsin arkasından şampanya şişeleri
Kauçuk göğüslü kızlarda bir naz bir çalım
On derste aşk
On derste güzellik
On derste cinsiyet
Ve tam onbin yıldır arayıp bulamadığımız fazilet
Sonra mezarlıklar dolusu günâh
Genelevler dolusu namus
Velhasıl ailece rock'ın roll dansı öğrendik
Tepinip duruyoruz

Pirinç tanelerine çizdiğimiz kral resimleri bizi kurtaramadı
Ne de Bâbil'deki asma bahçeleri
Hakkını veremedik alınterimizin suçluyuz
Har vurup harman savurduk ömrümüzü
Akıllı bir maymun olmaktan öteye gidemedik
Şimdi bu kördöğüşünde yenildikse suç bizim
Geç anladık zavallılığımızı
Herşeyi bu sağır göklerden bekledik yıllardır
Bizi kimseler inandıramadı ölüme
Bize kimseler öğretmedi insanlığımızı


Kim kurdu bu düzeni nerdeyiz
Bu tekerlekler nasıl dönüyor boşlukta
Bu umutlar bu dualar bu kahrolasıca hayaller
Nasıl bunca yıldır barındırdı bizi
Bu katı yürekli topraklar
Bu gülünç mezar taşları
Ölümler ölümler ölümler
Ölümlerden beter yalnızlığımız
Bu macera ne zaman bitecek söyleyin
Söyleyin ne zaman aydınlanacak
Bu karanlık alınyazımız


Harun-er-Reşid'in gazabına uğradık cümlemiz
Baş parmaklarımızın birinci boğumundan vurdular bizi
Bir düşüş düştük Eiffel kulesinden
Sersefil oldu ölümüz caddelerde

Nice evlerin nice apartmanların bütün ağırlığı
üzerimize kurşun gibi çöktü
Sokak köpekleri işedi kanlı gömleğimize
Yedi yıldız senesi bağırdık ağladık
Kimseler duymadı sesimizi Lili Marlen
Beşyüz sene sonra anlaşıldı yokluğumuz
İşte biz böyle yitirdik inancımızı Tanrıya
Keyfimize dokunmayın
Adamakıllı sarhoşuz


Ya bir gül koparın bahçenizden
Koklayalım
Ya bir yudum su doldurun taslarımıza
İçelim
Ya da bir dilim ekmek verin
Şükredelim yaşadığımıza
Karanlıklar içindeyiz
Çamurlar içindeyiz
Tutun kaldırın bizi
O yalancı sevginiz sizin olsun
Biz yaşamak için geldik yeryüzüne
Alın başınıza çalın merhametinizi


Körsünüz ya da sağırsınız
Beyaz çorap giydi diye
Ku Klux Klan demeğinin adamları
Bir zenciyi linç ettiler
Görmediniz
İbni Mansur'un beşinci karısını toprağa gömdüler beline kadar
Sabahtan akşama dek yedibin kişi taşladı
Yedibin kişi tükürdü yüzüne görmediniz
Şu gökkubbenin altında
Boşa gitti nice bonjour'larımız
Sonra üç kere good night dedik
Duyan olmadı


Ya savaş meydanlarında yitirip bulamadığımız gerçek
Engizisyon işkenceleri yirminci yüzyılın
Fırınlar
Gaz odaları
Gaz odaları
Kitle halinde ölümler
Kara sineklerin konduğu çürümüş et yığınları
Yaylım ateşlerle delik deşik olmuş insanlığımız
O azgın atların çiğnediği kollar bacaklar
O kan çanağı gözler
O süngü uçlarında yükselen kesik başlarımız


Bizi alçaltan bu kanlı zafer taçları işte
Öptüğümüz o pis eller
O maymun maskara soytarılar
Küçük orospular
Kirli zevklerimiz
Yatağımıza giren frengili kadınlar
Aldığını geri vermez bir karanlık dört yanımızda
Hangi perdeyi aralasak gece
Hangi taşı kaldırsak çaresizlik
Ölüm isli fener ışığı bu karanlıklarda
Ölüm yorgun askerlerin tek umudu sıcak
Biz bu ölümlerle yakınız ölümsüzlüğe
Bu karanlıklarla uzak


Siz dilediğiniz şarkıyı söyleyin yine
Yine karemalâlarla kandırın küçük kızları
Irzına geçin torunlarınızın
O sapık arzularınız yükseltecek sizi
O karanlık odaların başıboş rahatlığı
Varın dilediğiniz gibi yaşayın artık
Bir gün bütün günahlarınız bağışlanacak Tanrı katında
Ne cehennem ateşleri ne o köprüler kıldan ince
Sizin için değil
Siz öyle Tanrıların böyle kullarısınız işte



Şimdi de oturmuş tuz-biber ekiyorsunuz yaramıza
Kiliselerde camilerde öğütler veriyorsunuz Tanrı adına
Sonra her gece bir cinayet işliyorsunuz
Temiz çarşaflarda pis kanınız
Uykularımızda gölgeniz korkunç belâlı
Sizi sayıyla mı verdiler bize
Defolun karşımızdan
Bize kendi derdimiz yeter
Kanınızı bulaştırmayın ellerimize


Yüzsüzlüğün bu kadarına pes doğrusu
Haydi biraz değin başınızı
Bizden af dileyin
Kederimizi anlayın artık
Saygı gösterin sevgimize
Belki sizi affedebiliriz
Ne de olsa insanız biz de
Bir zayıf tarafımız vardır


Nasıl aldandık bunca zamandır
Nasıl inandık güzelliğine hayatın
Bize ne doğan güneşten
Büyüyen buğdaydan akan sudan bize ne
Alabildiğine kederliyiz yorgunuz
Bize dostluğu öğrettiniz
Bize sevmesini öğrettiniz böyle delicesine
Sevdikse günahlarımız Tanrı'nın boynuna
Sevilmedikse insanlar utansın kederimizden
Ne aradık ne bulduk dünyanızda söyleyin
Bir sevgiyi bile çok gördünüz bize
Öpüştük uykularımızda ayıpladınız
Kara kara yengeçleri saldınız üstümüze
Şimdi de bir yaşamaktır tutturmuşsunuz
Rahat bırakın bizi
Göğüyle deniziyle
Taşıyla toprağıyla
O yoktan var ettiğiniz Tanrı'sıyla
Dünyanız sizin olsun


Boğaz tokluğuna yaşamlar bizi kurtarmaz artık
Biz oldum olası kör doğmuşuz
Brakisefal kafalarımız bir işe yaramıyor
Hele şu biçimsiz ayaklarımızın haline bakın
Aptallığımız yüzümüzden belli
Aynaya bakıp gülüyoruz
Oysa bütün çirkinliğimiz aşikâr ayna gibi
Söyleyin bir Shakespeare mi akıllıydı içimizde
To be or not to be

To be or not to be birşey değil yine
Sen olmasan benim varlığımdan ne çıkar
Ama sen yoksun işte
Bense bütün insanlar gibi ha varım haa yoğum
Yine sana çıkıyor bütün yollar
Yine bütün iki kere ikiler dört ediyor
Dönüp dolaşıp ayni yere geliyorum
-----------------------------